GERÇEK OLAN ***TEK*** ALEM
  Kavramların Önemi
 

Kavramların Önemi

Kavramlar tıpkı yazı yazmada ve okumada kullanılan harfler (alfabe) gibidir. Nasıl ki okuyup yazmak bu harfleri bilmeye bağlıysa, harfler bilinmeden okuyup yazmak mümkün değilse; tıpkı bunun gibi Kur'anî kavramları bilmeden de Onu gereğince anlamak mümkün değildir.

Her düşünce ve inancın kendisini en doğru ve anlaşılır olarak, ancak kendi kavramları ile ifade edebileceği bir gerçektir. Bu bakımdan, bir düşünceyi, görüşü anlamak veya tanımlamak için en uygun yöntem o düşüncenin kavramlarını kullanmaktır. kur'an'in kavramları da Kur'an'ın alfabesi gibidir.

Kim ki Kur` an'ı gereğince anlamak istiyorsa Kur'an'ı kavramları bilmek zorundadır.

Örneğin, ilahın, ibadetin, dinin, Rabbin, sabrın, tagutun, şirkin, velinin, zulmün, şükrün... kavram olarak anlamlan bilinmeden, Kur'an'm mesajım anlamak, Kur'an ı Kur'an'ca kavramak ve ölçü edinmek mümkün olamaz. Kavramları bilmek öylesine önemlidir ki, bir tek Tevhid kavramının bile ne anlama geldiğini bilmediğimiz zaman, Kur'anın bizim için hiçbir anlamı olmayan, bomboş bir kitap halice dönüşeceğini görürüz.

Kur'an'la ilk muhatap olan toplumun, kavramları bilmeme gibi bir sorunları yoktu. Zira Kur an, onların anlamlarını bildiği kavramları kullanmış ve onların dili ile vahy edilmişti. Onlar kendilerine söylenen her sözün doğru anlamını biliyor ve Kur' an'ın kendilerinden ne istediğini anlıyorlardı.

Ne var ki Kur'ani  kavramlar, tarihi süreç içinde harici etkilerle ya anlamlarını yitirdi ya da anlam değisikliğine uğradı. Böylece, Kur'an'ın onlara yüklediği anlam, yerini değişik ve tamamen karşı anlamlara bıraktı. Bunun neticesinde de bugün Kur'an'ın orjinal mesajı, muhatabında istenilen inanç ve anlayışı gerçekleştirememektedir.

Deyim yerinde ise, Kur'an, bu şekilde susturulup söz hakkı elinden alınmıştır.

 

Kavramlardaki bu değişiklik Kur'an'ın anlaşılmasına yansıdığı için, Kur'an sözcük olarak, metin olarak hiçbir değişikliğe uğramadığı halde, anlamda değişikliklere uğrayarak etkisiz hale dönüştü. Hatta yer yer olumsuz etkiler yapan(yaptırılan) bir kitap oldu. Konunun daha iyi anlaşılmasına ve öneminin kavranmasına katkıda bulunmak için örnek bazı kavramların gerçek tanımlarını yapmaya çalışalımcagiz:

 

a-Sabır

b-Zikir

c-İbadet

d-Veli

 

 a-Sabır Kavramı

Kur'an'da, direnme, karşı koyma, yılmama, dayanma, inancının mücadelesini vermede her türlü zorluğa ve zulme direnme, başa gelen acı ve kötü olaylara karşı dayanmanın ve umutsuzluğa (ye'ise) düşmemenin karşılığında kullanılan sabır; aynı zamanda harama ve günaha sürükleyecek nitelikteki nefsin arzu ve isteklerine karşı koymak anlamına da gelmektedir.

Ne var ki zamanla gerçek anlamını yitiren ve anlam değişikliğine uğrayan sabır kavramı,
Müslümanın anlayışında da değişiklik yaparak onu zulme seyirci yapmış, haksızlıklara karşı rıza göstererek boyun eğdirmiş, her türlü kötülüğe ve fitneye karşı sessiz hale getirmiş, izzet ve şerefinin ayaklar altında çiğnenmesine tepki gösteremez hale düşürmüştür
.

Oysa ki, Müslüman'dan istenen sabır, küfre, zulme ve haksızlığa karşı verdiği mücadelede, Allah'ın dinini yeryüzüne hakim kılmak için yaptığı cihad'da karşılaşacağı her türlü zorluğa karşı direnmek, başına gelecek her türlü belaya karşı yılmadan, usanmadan yoluna devam etmede kararlı olmak ve her türlü çileye karşı dayanmaktır:

 

ثُمَّ إِنَّ رَبَّكَ لِلَّذِينَ هَاجَرُوا مِنْ بَعْدِ مَا فُتِنُوا ثُمَّ جَاهَدُوا وَصَبَرُوا إِنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَحِيمٌ (110)

" Rabb'in, türlü eziyete uğratıldıktan sonra hicret eden, sonra savaşan ve sabredenlerin yanındadır. Elbette bütün bunlardan sonra Rabb'in bağışlayan, esirgeyendir" (Nahl-110)

Sabır korkaklık ve ürkeklik değil, cesaret ve yiğitliktir.
Sabu', yeis değil, umuttur. Kur'an'da sabır, genellikle

"sabretmek ve salih amel işlemek",

"cihad edip sabretmek,"

''sabredip  takva sahibi olmak" kalıplan ile kullanılmaktadır,

Bu nitelemeler de bize, sabrın, salih amelle, cihad etmeyle, takva ile içice ve birlikte olduğunu göstermektedir.

Sabırın Kur'an'daki anlamı budur günümüzde anlam değişikliğine uğradığından veya kavram olarak gerçek anlamı her yönü ile bilinmediğinden., Müslümanlar sabır adına zulme rıza gösteren, kötülüğe seyirci kalan pısırık insanlar olmuşlardır. Acizlik ve uyuşukluk sabır sayılmıştır. Zillete rıza sabır olmuştur,Kur'an'a baktığımızda yüce Allah, kulunu sürekli sabırla imtihan etmektedir. Sabretmeyenler, imtihanı kaybedenler olarak nitelenmekte ve Cennetten yoksun bırakılacakları bildirilmektedir.

Kim ki direnir; cesaretle, umutla hakka sarılır, zulme baş kaldırışında uğradığı bütün belalara karşı koyar ve hak yolunda her türlü zorluğa katlanır ve sabırla Allah'a yönelirse imtihanı kazanacaktır,

إِلَّا الَّذِينَ صَبَرُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ أُوْلَئِكَ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَأَجْرٌ كَبِيرٌ (11)

"Ancak sabredip iyi işler yapanlar böyle değildir. İşte onlar için magrifet ve büyük mükafat vardır." (Hud -11)
أَمْ حَسِبْتُمْ أَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَعْلَمْ اللَّهُ الَّذِينَ جَاهَدُوا مِنْكُمْ وَيَعْلَمَ الصَّابِرِينَ (142)

"Yoksa siz, Allah içinizden cihad edenleri (sınayıp) bilimden, sabredenleri(sınayıp) bilmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?" (Al-i imran 142)

Her konuda olduğu gibi, sabır konusunda da Resuller bizim için en iyi örneklerdir. Onlar Kur'an'ın rehberliğinde Allah'ın yolunda yürürlerken karşılaştıkları her türlü engeli (zulmü, işkenceyi,) sabırla, sabırdan aldıkları güçle nasıl ki aşmışlarsa, onların yolunu sürdürme iddiasında olan Müslümanlar da kötü olana, harama, günaha, zorluğa, zulme karşı direnmede sabra sığınmalıdırlar....

b- Zikir Kavramı

Sözcük olarak, anma, anımsama anlamlarına gelmektedir. Kur'an'da, evreni kavrama, Kuranı anlama, Allah'a yönelme, Kur'an'ın ve vahyin diğer bir ismi, Allah'ı anma, hatırda tutma gibi anlamlarda kullanılmıştır. Zikir kelimesi türevleri ile birlikte
Kur'an'da 300 den fazla yerde geçmektedir, Kur'an'ın kendisi de bir zikirdir. Çünkü O, bize Allah'a yönelmenin yolunu göstermekte, Onu tanımamız ve bilmemiz konusunda yardımcı olmak amacıyla evrende olan canlı ve cansız birçok şeyi dikkatimize sunmakta ve onlarla bize hatırlatmada bulunmaktadır. Allah'ı zikretmek, kulluğumuzun en büyük özelliği olmalıdır. Zikir, sanıldığı gibi sadece belli sözlerin tekrarı ile gerçekleşmez.

Zikir, Allah'ı düşüncemizde ve yaşantımızda söz sahibi yaparak, Onun yasalarına göre hareket etmek ve O nun koyduğu ölçülere göre yaşamakla gerçekleşir. Zikir, insanın Allah'ı yüceltmesidir ki o yüceltme, yaşantımızı düzenlemede tercihlerimizle ortaya çıkar. O'nun verdiklerine karşı nankörlük etmemek ve verdiklerini rızasına en uygun şekilde kullanmaktır.
Kısacası zikir Allah'ın Kur'anını yaşamaktır.belli, sözlerin tekrarı değildir.

Zikir, "Ey Allah'ım, senin olmadığın hiç bir yer senin görmediğin hiçbir şey senin duymadığın hiçbir söz olamaz. O halde ben bu bilinçle, yani seni bu şekilde, sürekli aklımda tutarak, sanki devamlı benimle birlikteymişsin gibi düşünerek, bütün davranışlarımda senin koyduğun kurallara göre hareket etmeliyim“ ifadesiyle somut anlamını bulur. Öyle ya, Allah'ı bu şekilde anan (zikreden) bir kimsenin, bu anışı(zikri) gönlünde ve aklında yaşattığı sürece, Allah'ın gösterdiği yoldan sapması mümkün olabilir mi? Yukanda da değindiğimiz gibi, zikir, sanıldığı gibi bir takım sözlerin veya kelimelerin belirli sayılarda tekrar edilmesi demek değildir.

Zikir, Allah'ı sürekli akılda tutarak, onun gösterdiği yoldan gitmektir
. Zikir. Allah'ı sözle anmak değil, gönülden onaylayarak bilinçli bir şekilde O'nun hükümlerine teslim olmaktır. Teslim olmak ise, istenilen şeyi yapmakla gerçekleşir. Yoksa yüzlerce kez 'La ilahe illallah' sözünü tekrar etmekle Allah zikretmiş sayılmayız.

Allah'tan başka ilah yoktur (la ilahe illallah) deyiminin yüzlerce, binlerce kez tekrar etmeyi zikir sayanlar, sözde bir saygınlıkla Ona saygıda bulunanlar, bütün hayatı kapsaması gereken bir gerçeği,
bazı sözlerin tekrar edilmesi işine hapsederek, amacından uzaklaştmmş bulunuyorlar. Kaldı ki bu çevreler 'zikrin' kelime olarak geçtiği 300'ün üzerindeki ayeti dikkate almamakta, bu konuda kullandıkları kimi ayetleri de yanlış algılamakta ve anlatıldığı gibi değil, anlamak istedikleri şekilde anlamlandırarak kendi hakim kültürlerine uydurmaktadırlar. Zikrin söz konusu edildiği bazı ayetlere bakmakta yarar var, Kuran, kendisinin bir zikir olduğunu belirtmektedir.

 "O zikri (Kitab'ı) Biz indirdik Biz; ve Onun koruyucu da elbette biziz“ (hicr 9 )

Evet görüldüğü gibi Allah Kur'an'ında zikirin Kur'an olduğunu ve Kur'anı yaşamanın zikir olduğunu söylemektedir.Ne varki günümüzde zikir anlam değişikliğine ugrayıp Kur'anı bir yaşayışdan sadece birkaç kelimeleri tekrar etmekle yetinme yerini almıştır.

 

 Yada şöyle diye biliriz bu gibi kavramların tahribi ile kur'anın değişmeyecgini, koruyucusuda Allah' olduğuna göre,Kur'anın değişmeyeceğini bilen İslam düşmanları, bizleri kavram yanılgısına ugrattıgını düşünmek yerinde olacak sanırım.

 

Her şey açık ve nettir. Ayetle devam edelim

 "O zikri (Kitab'ı) Biz indirdik Biz; ve Onun koruyucu da elbette biziz” ( hicr9)

vahyin karşılığında kullanılmıştır. Demek ki, zikir kelimesi günümüzde sanıldığı gibi sadece Allah'ı bazı söz ve hareketlerle anmak anlamına gelmemektedir, Kuşkusuz Kur'an'da zikir, Allah'ı anmak anlamında da kullanılmıştır.

Ve Allah, bizden kendisini anmamızı istemektedir. Bizim yanlıştır dediğimiz şey, bu anmanın yerine getiriliş biçimidir, Elbetteki kî Allah 'ı anmak(zikretmek) şarttır. Ama bu anma nasıl olacaktır? Allah'ı anmak, mutlaka tesbihle ve belli sözlerin tekrar edilmesi ile mi olmalıdır?

Yoksa, namazla, zekatla, hacc' la, cihad'la, kısaca Allah'ın bütün hükümlerine karşı boyun eğerek, itaat ederek, helal ve haramlara dikkat ederek hayrı ve şerri gözeterek, yani ne yaparsak yapalım Allah'ın bizimle beraber olduğu düşüncesini taşıyarak, Allah'ı aklımızdan hiç çıkarmayarak mı olmalıdır ?

Bir takım sözleri tekrar ederek mi, yoksa Onu razı etmeyi esas alarak, Ondan korkarak, O'na gönülden yalvararak, Ona sığınarak, güç ve destek isteyerek mi? Zikretmeyi tesbih çekmek ve birtakım sözleri belirli sayılarla tekrar etmek olarak görenlerin

 

الَّذِينَ آمَنُوا وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللَّهِ أَلَا بِذِكْرِ اللَّهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ (28)

 "Onlar inanan ve Allah'ı anmakla (zikretmekle) gönülleri huzur bulan kimselerdir.
Bilin ki gönüller ancak Allah'ı anmakla huzur bulur
(13 Rad -28)

 

ayetini delil göstererek kendilerini haklı saymaları, zikir kavramını gerçek anlamı ile yani, Kur'an'da ifade edilmek istenen anlamda değil, ona kendi anlayışlarına göre anlam vermelerinden kaynaklanmaktadır. Elbetteki, mü'minler ancak inanmakla ve gönüllerinin Allah'ı anmasıyla huzur bulurlar. Buna hiçbir muiminin itirazı olamaz. Ancak, gönüllerin Allah'ı anması nasıl olacaktır? Önemli olan bu soruya doğru cevap vermektir. Herkes eline tesbihi alsın ve günde beşyüz veya bin kez la ilahe illallah desin ve bu şekilde gönlü Allah'ı anmış olsun diye bilirmiyiz?

Böyle yapan gerçekten bu ayetin gereğine uymuş mu olur? Önce bu ayetin neyi ifade ettiğinej neyi anlatmak istediğine bakalım. Ayetin, gerçekten neyi anlatmak istediğini, daha iyi anlamamız için bir önceki ve sonraki ayetlerle birlikte ele almamızda yarar var:

"İnkar edenler: "Ona Rabb'inden bir ayet (belge l mucize) indirilmeli değil miydi?
 diyorlar. De ki: "Allah, dilediğini (bu tür sözlerle) saptırır. Yöneleni de kendisine  iletir
.(13 Rad 27)

"Onlar inanan ve Allah'ı anmakla gönülleri huzur bulan kimselerdir. iyi bilin ki gönüller ancak Allah'ıanmakla huzur bulur .(13 Rad 28)

"îşte mutluluk ve güzel gelecek o inanıp güzel işler yapanlarındır" (13 Rad-29).

 

 Ayet, önceki ve sonraki ayetlerle birlikte değerlendirildiğinde ortaya şu gerçeği koymaktadır:

Müşrikler her fırsatta Peygamberimizi  (Ra'd-27'de olduğu gibi), peygamberliğini kanıtlamaya davet ediyorlardı. Peygamberden, peygamber olduğuna dair mucizeler istiyorlardı. Eğer peygamberse diğer peygamberler gibi mucize göstermeliydi. "Ona gökten yardımcı melekler inmeli", ''kendisine Rabb'inden hazineler verilmeli', "ölüleri diriltmeli", ''altından ırmaklar akan bağları, bahçeleri olmalı değil mi?" diyorlardı.

Allah da  inanmakta direnen ve bahane arayanlara cevaben: Bu bahanelerle doğru yoldan saptıklarını, bu tür bahanelere kanmayıp Kitab'a yönelenlerin de doğru yolu bulduğunu, ve onları, Allah'ın, kendisine ileteceğim söylemektedir,( Ra'd-27'nin devamı Ra'd-28'de) de yüce Allah şöyle demek tedir: Allah'ın zikrine
-ki burada zikir Kitap anlamında kullanılmıştır
- gönülden inananlar bu inançlarında kuşkusuz olduklarından, gönülden kabul ettiklerinden huzurludurlar. Çünkü kuşkusuzca inanmaları onlara huzur vermektedir, Allah'ın zikri, Allah'ın sözü demektir.

Kim ki bu zikre/söze gönülden inanırsa en güzel işi yapmış ve o, Allah'a yönelmiştir
. Yani, Mümin Allah in zikrine inanmakla en güzel işi yapmış, mutluluk ve güzel geleceği haketmiştir. Görüldüğü gibi, zikir, Kur'an'ın diğer bir ismi anlamında kullanılmıştır.

"Allah'ı zikretmekle, yani Allah'ın, sözünü kuşku duymadan kabul etmekle gönüller huzur bulur" anlamına gelen ayeti, hergün belli bir sayıda bazı sözleri tekrar etmeye dayanak göstermek, ona yanlış anlam vermekten veya onu kendi doğrularına uydurmaktan başka birşey değildir Diğer bir ayette:

"Beni zikredin ki, Ben de sizi zikredeyim. Bana şükredin, nankörlük etmeyin."

(Bakara - 152)

 diyen Rabb'imizin bu ayetini tasavvuf anlayışı ile açıklarsak o zaman Allah; "siz tesbih çekerek, beni zikrederseniz ben de size, tesbih çekerek karşılık veririm (zikrederim)" mi demek istiyor?

Yoksa:
"siz bana kulluk yaparsanız, ben de bunun karşılığında yaptığınızı unutmayarak size nimetler veririm'
mi demek istiyor? Elbetteki bizim Allahı zikretmemiz demek, kulluğumuzu ona has kılmaktır;

Rabb'imizin bizi zikretmesi de bize mükafat olarak Cennet de dahil vereceği nimetlerdir. Yoksa bu ayete 'Allah'ın hergün ve belli sayılarda 'ey kulum..., ey kulum/ diyerek kullarım anar şeklinde bir anlam vermek asla doğru olamaz.

c- İbadet Kavramı

ibadet, düşüncenin, inancın pratiğe dönüşmesinin adıdır denilebilir. Kişinin inancı adına, inandığı değerler adına yaptığı herşey ibadet kapsamına girer, ibadet kavramı bütün bir düşünceyi ve hayatı kuşatan, insanın yapmakta olduğu herşeyi kapsamına alan bir kavramdır.

Ne var ki günümüzde., bütün bir hayatı kuşatan bu kavram, alabildiğine dar bir alanla sınırlandırılarak, sadece bazı şeyler için kullanılan bir deyim, olmuştur. Bu kavram, İslamın bütün pratiğini kapsarken, bunun daraltılması ve sadece bazı hareketlere (namaz, oruç, hac,.,,) indirgenmesi ile İslam da hayatın bütününden koparılarak sadece bazı alanların dini haline dönüştürülmüştür.

Onun için Müslümanın inancında ibadet kavramı gerçek değerini/yerini almadıkça İslamın bir bütün olarak kavranması ve yaşanması mümkün değildir. Bu yüzden diyoruz ki ; ibadet kavramı doğru anlaşılmadıkça, islam doğru anlamak mümkün değildir. İbadet, kulun her şeyini borçlu olduğu varlığın, kendisine çizdiği rotada yürümesidir. Bir yanda Mabud, diğer yanda abid. ibadet, kulun (abidin) yaratıcının (Mabud'un) ipine tutunmasıdır.

Ve bu tutunma sadece belli şeylerde değil, hayata dair ne varsa hepsinde olmalıdır. Yaşadığı hayatı Allah'ın koyduğu esaslara göre düzenlemeyi amaç edinen bir kulun yaptığı meşru her şey ibadettir.

Evet,
o kulun çalışması, okuması, yemesi, içmesi, gezmesi... ibadettir.

İslamı bir yaşam biçimi olarak almayan ve İslamı hayata hakim kılmayı hayatının amacı saymayan bir kimsenin yaptığı hiçbir iş ibadet sayılmaz. İslam adına, din adına yaptığı her sey boşa gider. Ne namazı, ne orucu, ne haccı ona fayda sağlamaz; kısaca yaptığı her sey boştur. Onun yaptıkları, ibadet değil adettir.

Bir işin ibadet sayılması için, o işi yapanın yeryüzünden fitnenin kaldırılması ve dinin tamamen Allah 'a ait olması amacını taşıması gerekir. Evet, bîr davranışın ibadet olabilmesinin ölçüsü budur. Ve sevap, bu ibadet ölçüsü içinde yapılan işe verilen karşılıktır. Ölçüsü bu olmayan işe karşılık verilecek sevap yoktur. o iş boşa gitmiştir. Yapana hesap gününde hiçbir yarar sağlamaz.

Yapılan işin iyi, güzel ve doğru bir iş olması bu gerçeği değiştirmez. Ayrıca davranışın ibadet sayılmasının önündeki en büyük engellerden biri de riya'dır.

Riya ibadeti öldürür, hatta şirke kapı açar. Amaçsız, ruhsuz ve özsüz davranışlar/hareketler- şekil olarak ibadet görülse de- alışkanlıkların körü körüne sürdürülmesinden başka bir anlam içermez.

İşin dindarlık ve Allah adına yapılıyor oluşu bu gerçeği değiştirmez, Tanımından da anlaşıldığı gibi, ibadet, sadece bazı şeyleri yapmakla sınırlı bir şey olmayıp, kişinin bütün iş ve davranışlarını kapsar. Her alanda olduğu gibi, ibadette de Tevhidi korumak zorundayız. Yani ibadet yalnızca Allah'a ait olmalıdır. Allah'ın dışında hiçbir varlığa ibadet edilmez.

Kurallarını İslam'ın belirlediği, yüce Allah'ın Kitab'ında açıkladığı esaslara göre yapılmayan ibadet sahih değildir:

Allahu teaale şöyle buyurur:

"Ben cinleri ue insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım" (Za-riyat-56).

 

İbadet kavramı sadece bazı davranışlarımıza karşılık kullanıldığı ve anlamı doğru bilinmediği için, kul da kapsamı daraltılmış anlam içinde ibadet olarak nitelenen işleri yapmakla kendisini yeterli görmüş ve böylece Allah'ın dinini heva ve hevesine dayalı bir inanca dönüştürmüştür.

Görünürde Allah'a, yönelmiş olsada  özde
atalar dininin izleyicisi olmuştur. İbadet, İslam'a ait ne varsa, Allah'ın ne kadar hükmü varsa, bunların davranışa dönüşmesi demek iken onu sadece bazı davranışlardan ibaret (namaz oruç, zekat,,/) sayanlar bu anlayışın gereği olarak da dinin çok az bir bölümünü yerine getirdikleri halde, tümüne uyduklarını sanmaktadırlar.

 

Oysa ki ibadet, Allah'a bütün hükümlerinde (siyasi, sosyal, ekonomik, idari, kısacası yaşama ait ne varsa*..) itaatin pratiğe dönülmesindeki içtenlik, uygunluk ve istekliliktir. İtaat etmenin biçimidir, emrin yerine getirilmesidir.

Diğer önemli bir husus ta, ibadetin kime yapılacağıdır. Bu soruyu her Müslüman tereddütsüz bir şekilde Allah'a diye yanıtlarken bu pratikte gerçekleşmemekte ve ibadetin, gerçek anlamını ve kapsamını bilmeyen kimi Müslümanlar(!) Allah'la birlikte bir çok varlığa ibadet etmektedirler. Zira, inanıyoruz ki hiçbir Müslüman, Allah'la birlikte veya Allah'a rağmen başka bir varlığa bilinçli bir şekilde ibadet etmeyi asla kabul etmez.

Ve yine inanıyoruz ki, kul kimin, koyduğu kuralları davranışa dönüştürüyorsa ona ibadet etmiş olacağını kavrarsa Allah'tan başka ibadet ettiği bütün varlıkları ve varlıkların kurallarını terk edecektir. Yani, birçok Müslüman ibadetin anlamını yanlış bildiği için, Allah'la birlikte başka varlıklara da ibadet etmek durumuyla karşı karşıya kalmaktadır. Şu gerçek çok iyi bilinmelidir ki,
Allaha ibadet etmek demek Allah'a itaat etmek demektir.Tağuta itaat edende Taguta ibadet etmiş olmaktadır.

"Allah'ı herşeyden üstün görenler ve O'nu herşeyden üstün sayarak yüceltenler Onun koyduğu yasalara boyun eğerek ve o yasalarını içtenlikle uygulayarak, ibadetlerini Allah'a; bunun dışında kalanlar., yani kendi yanlarından uydukları kuralları benimseyip, onlan pratiğe geçirenler de kurallarına uydukları varlıklara ibadet etmiş sayılırlar. Bu da onların Allah için ve din adına yaptıkları herşeyin iptal olmasına geçersiz sayılmasına neden olmaktadır:

 

"Bu böyledir.  Çünkü inkar edenler batıla uymuşlar; inananlar ise Rabb'lerinden gelen hakka uymuşlardır. (Allah da böylece herkesin hakettiğini vermiştir). İşte Allah, onların durumlarını, insanlara böyle anlatır" (Muhammed-3).

 

Kur'an'da ibadet kelimesi kulluk, itaat ve dolaylı olarak ilahlık iddiasında bulunma anlamında kullanılmıştır.

Her ne amaçla olursa olsun, insanın, başkasını ibadete değer görmesi veya Allah'a ibadette başka bir varlığı aracı yapması, yapacağı işin (ibadetin) şirke dönüşmesi ile karşı karşıya kalmasına neden olur. Zira, insanların, kimi kişilere, değerlere, güçlere bağlanması, onların koyduğu hükümlere itaat etmesi, onlara, ibadet etmesi anlamına gelmektedir.

Müslümanın inancında, hüküm Allah'ın'dır ve itaat de O'na olmalıdır. Allah'tan başka veya Allah'la birlikte bazı kişi, kurum ve kuruluşların koydukları hükümlere uymak onlara itaattir. Ve bu itatin gereği yapılan her türlü iş de ibadettir. Ve bu ibadet şekli, sahibini küfre düşüren bir ameldir.

 

" Tağut'a kulluk etmekten kaçınan ve Allah'a içten yönelenler ise; onlar için bir müjde vardır, öyleyse kullarıma müjde ver. " (39 Zümer- 17).

İbadet kelimesini itaatten, ilahlık iddiasından soyutlayarak, dar bir alana sıkıştırmak Kur'an'ı anlamada ve yaşamada da aynı daralmaya neden olmaktadır. Ve bunun sonucunda İslam yanlış anlaşılmakta, insanlar delalete ve sapıklığa düşmektedirler.

 

 îbadet Allah'a has kılınmalıdır, ibadeti Allah'a has kılmak ise yalnız ve yalnız Onun koyduğu kuralları geçerli sayarak pratiğe geçirmeyi gerektirir:

"De ki: Bana dinî yalnız Allah'a halis kılarak O'na kutluk etmem emredildi" (39 Zümer-11).

d)  Veli Kavramı

Sözcük olarak, dost, arkadaş, yardımcı ve gözeten anlamlarına gelmektedir. Kur'an'da veli kelimesi Allah'a atfen kullanıldığı gibi, kul için de kullanılmıştır. Evliya kelimesi velinin çoğuludur. Veliyyullah, mümin için kullanılan bir terimdir; Allah'ın kendisine veli ve mevla olduğu kişi demektir.  Mevla sadece Allah için kullanıllır. Allah, kulun mevlasıdır.

Fakat, kul Allah'ın mevlası olamaz. Veli, Allah'ın sıfatı olduğu gibi kulun da sıfatıdır.
Yani, Allah kulun velisi olduğu gibi, kul da Allah'ın velisi olabilir. Günümüzde velilik kavramına gerçek anlamından başka anlamlar yüklenerek amacından saptırılmış ve onunla islam inancına birçok bid'at ve hurafe sokulmuştur. Bu kavramın yanlış anlaşılmasından dolayı dine sokulan bidat ve hurafelerden kurtulmak için, bu kavramın doğru anlamını bilmek gerekir. Zira şu bir gerçektir ki, Islamın kavramları bozulmadan îslami anlayışın bozulması mümkün değildir, îslami kavramlar doğru anlaşılmadan da Islam doğru anlamak mümkün değildir.

Din ve dine ait bütün kavramlar kendi mensuplarınca tarihi süreç içinde başka faktörlerin de devreye girmesiyle öylesine tahrip edildi ki, dinin ortadan kaldırdığı ne kadar cahili adet, sapıklık, bid'at ve hurafe varsa yeniden Müslümanların hayatında yer etmeye başladı
. Öyle ki dine ait ne varsa hepsi tersyüz edildi, îşte velilik kavramı da tersyüz edilen kavramlardan bir tanesidir. Yukarıda da izah ettiğimiz gibi, Veli, dost, arkadaş, yardımcı demektir. Ve kim, kimin dostuysa onun velisîdir.

Keza isteyen istediğine veli (dost) olabilir- Ancak dini ifsad edenler (bozanlar) Veli'lik sıfatını,
Allah'ın kendisine yakın gördüğü, diğer kullarından üstün değeri olan kimselere verdiği bir armağan (rütbe) olduğunu öne sürerek insanları aldatmaktadırlar.

 

İşin doğrusu şudur: Allah'ı seven ve onun emirlerine/hükümlerine gönülden/isteyerek boyun eğen bağlanan her kul Allah'ın velisidir. Velilik belirli kişilerin tekelinde olmayıp, her mü'mün'in sahip olabileceği bir özelliktir.

Veliliği bazı kişilere has bir özellik (sıfat) olarak algılamak ve bu sıfatı taşıyor olma özelliğinden dolayı onları olağanüstü konumda görmek, söz ve davranışlarda kutsamak
şirktir. Allah'ın bazı kullarına olağanüstü özellikler verdiğini ve bu kulların da gelecekten haber verme, görülmeyeni görme , bilinmeyeni bilme,  masum olma, şifa dağıtma, görüş ve düşüncelerinde yanılmaz olma gibi üstün özellikler taşıdıkları iddiası İslam dışıdır ve bir kuruntudan ibarettir.

Kuruntu ise dinde asla ölçü değildir. Bilakis bu tür iddialar Kur'an tarafından lanetlenerek reddedilmektedir. Allah, elçisi de dahil hiçbir kulunu gayb'ına ortak etmediğini Kitab'ında bildirmektedir
. Bu gerçeğe rağmen veli olduğu söylenen / sanılan bazı kimselerin gelecegi bildiklerini iddia etmek, kavramın ne kadar yanlış değerlendirildiğinin, en somut örneğidir.

Yine Kuran,
Allah'a , Kitabına ve Elçisine bağlanmayı, kurtuluşa ermenin ancak böyle mümkün olacağını  çok açık bir biçimde bildirmiştir. Buna rağmen bazı kimselerin ölü veya diri insanlardan, falcılardan, muskacılardan, şeyhlerden, mürşidlerden, sihirbaz ve kahinlerden yarar ummaları ve onların kurtarıcılığına umut bağlamaları kuruntudan başka bir şey değildir. Ve bu kimseler "deve iğnenin deliğinden geçinceye kadar
" umduklarına kavuşamayacaklardır.

Evet, Allah mü'minlerin velisidir;

اَللَّهُ وَلِيُّ الَّذِينَ اٰمَنُوا يُخْرِجُهُمْ مِنْ الظُّلُمَاتِ اِلٰى النُّورِ وَالَّذِينَ كَفَرُوا اَوْلِيَاۤؤُهُمْ الطَّاغُوتُ يُخْرِجُونَهُمْ مِنْ النُّورِ اِلٰى الظُّلُمَاتِ اُولَۤئِكَ  اَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ (257)

 Allah, iman edenlerin velisidir. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlerin velileri de tağuttur, onları aydınlıktan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî olarak kalırlar.“ (2 Bakara- 257).

Mü'minler Allah'ın velisidir.

Mü'minler, Rasulü ve Mü'minleri veli edinirler:

إِنَّمَا وَلِيُّكُمْ اللَّهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذِينَ آمَنُوا الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ (55)

 "Sizin veliniz yalnızca Allah, O'nun Rasulü ve namaz kılan, zekat veren ve rüku eden mü'münlerdir" (5 Maide - 55).

Müminler, Şeytanı (4/119 ), kafirleri (3/28), yahudi ve hiristiyanları (5/51), zalimleri (Şura - veli edinmezler.
Öyle ki , islam'ı dışlayan, ona karşı koyan/ Allah'ın Düşmanlarıyla dost olan kimse, baba veya kardeş de olsa, yine de veli (dost) edinilmez:

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا آبَاءَكُمْ وَإِخْوَانَكُمْ أَوْلِيَاءَ إِنْ اسْتَحَبُّوا الْكُفْرَ عَلَى الْإِيمَانِ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ فَأُوْلَئِكَ هُمْ الظَّالِمُونَ (23)

 "Ey iman edenler! Eğer babalarınız ve kardeşleriniz imana karşılık küfürden hoşlanıyorlarsa, onları veliler (dost) edinmeyiniz. Sizden her kim onları veli (dost) edinirse işte onlar da zalimlerin ta kendileridir" (9Tevbe 23)

 

Gerek yukarıdaki ayetlerde ve gerekse diğer birçok ayette, veli kavramının ne anlama geldiğini Kur'an gayet açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Buna rağmen, başta tasavvuf inancını/düşüncesini benimsemiş olanlar olmak üzere daha birçok din mensubu, dine ait birçok konuda yaptıkları ifsadı bu kavramda da yaparak, veliliği seçilmis /atanmış kişilerin özelliği olarak nitelendirdiler. Onlara göre, Allah, seçtiği bu kullarını bütün kötülüklerden koruyor ve bütün isteklerini kabul ediyor.

Bu anlayışın veliliğe yüklediği anlam, neticede onların Allah'ın tasarruf alanına girmesine yol açmaktadır. Sonuçta bu insanlar, oradan edindikleri güçle de, yağmur yağdırma, kötülükleri savma, dünyanın batmasına ve gökten başımıza taş yağmasına engel olma, isteyenin yardımına ulaşarak onlan kötülerden ve kötülüklerden koruma/kurtarma gibi üstün özellikleri olan, bilim kurgu filmlerindeki süpermenlere bile taş çıkartan , süper kullardır.

Tasavvufun bu velileri öylesine süpermenlerdirler ki öldükten sonra bile kurtarıcılığa devam etmektedirler. Öyle ki bir çok kimse bu ölülere dua ederek onlardan yardım dilemektedir.

 

İnsanların Kur'an'ı anlamaları ve hayatlarını Ona göre düzenlemeleri, Müslüman olabilmenin şartıdır. Kuran anlaşılmalıdır.

O anlaşılmadan, Müslümanlık adına hiçbirşey doğru anlaşılmaz. Kuşkusuz bu konuda kavramlara büyük bir iş düşmektedir. Kavramların gereğince bilinmesi, doğru olanla yanlış olanın birbirinden ayrılmasına, hakla batılın iyice açığa çıkmasına yardımcı olacaktır. Buraya kadar yukarıda sıraladığımız örneklerle kavramların önemini vurgulamaya çalıştık.

 

 Anlaşılan o ki kavramlar anlaşılmadan, doğru ve kendine özgü anlamları ile kavranmadan, Kuranın gereğince anlaşılması mümkün değildir.

 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol