2 - TASAVVUFUN KAYNAKLARI
Çoğu zaman sölendiği gibi; mezkûr tasavvufun kaynağı sadece Kur`an olamaz. Eğer böyle birşey sözkonusu olsa, tasavvufun en mükemmel ve en güzel şekliyle Resûlullah (sav) ve ashabında görülmesi gerekirdi. Halbuki ne Vahdet-i Vûcud` dan Hûlul inancına, ne de Şeyh-Mürid ilişkisinden , tarikat ayinlerine kadar bu özelliklerden hiçbirine ilk iki yüzyılda yaşayan müslümanların hiçbirinde rastlanmadığına bütün deliller şahitlik etmektedir.
Eğer Sahabe ve sonraki müslümanların bir kısmında görülen, bazı ibadetlerdeki ifrat, delil olarak ileri sürülecek olursa, bu aldatıcı bir yarı olur. Zira bir yönüyle zühd olarak tanımlanabilecek bu eğilimle, din içinde din haline gelen, inanç, ibadet, teşkilat ve sistemiyle apayrı bir yapı oluşturan tasavvufun arasında bağlantı kurmaya çalışmak, tarihi ve gerçekleri tersine çevirmek olur.
Bu konuda araştırma yapan herkesin malûmudur ki, tasavvuf çok eski kökleri olan kadim bir görüştür..
Antik Yunan, Hind ve Mısır toplumlarında yaşayan dini inançların, tasavvuf adlı mistik anlayışın menşei olduğunu görmek zor değildir. Yine yahudi ve hristiyan toplumlarda yaşayan mistisizmle tasavvuf arasında tam bir mutabakat olduğu görülmektedir.
Konuyla ilgilenen araştırmacıların ortak kanaati şudur:
Sözkonusu tasavvuf , zühd eğilimi olarak başlayan bir yaşantı biçiminin oluşturduğu temel üzerinde, çok farklı etkenlerden beslenerek gelişip büyümüş ve başlıbaşına inanç, yaşantı sistemi haline gelmiş bir olgudur. Onun oluşup gelişmesini bir kaynağa bağlamak yanlış olur. Zira o, düşünceler ve inançlardan işine geleni alıp, bünyesine katarak sistemleşmiş eklektik inançlar ve yaşantılar bütünüdür.
Onun bünyesinde en ilkel inanç biçimleri olan fetişler olduğu kadar, gelişip bir medeniyet sistemi haline gelmiş olan Budist, Mâni, Yahudi, Hristiyan, felsefe unsurlarını da gayet açıkca görmek zor değildir.
Tasavvufun eklektik yapısının oluşumunda rol oynayan etkiler hakkında ypılacak pek ayrıntılı olmayan bir çalışma bile, birçok malzemeyi araştırıcıya sunacaktır. Zira etkiler gayet açık ve çoktur. Bu etkilenmelerin bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
A -Felsefe
Tasavvufun oluşumunda felsefenin payı büyüktür. Eski Yunan filozoflarının kitaplarından doğrudan olduğu kadar, müslüman toplumdaki filozofların aracılığıyla da bu etkilenme gerçekleşmiştir. Filozofların akıllar nazariyesi ya olduğu gibi ya da felekler sistemi biçiminde tasavvufa geçmiştir. Bunun yanısıra, felsefedeki panteist düşünce tasavvufta Vahdet-i Vucûd olarak açığa çıkar.
Zaten felsefenin daha açık göstermesi açısından filozof kimliğini hak etmiş sûfilerin bulunduğunu hatırlamak yeterlidir. Sehabeddin Suhreverdî veya ibn Arabî bunlardan en önemlileridirler.
Genel olarak südûr, gök nazariyeleri, İbn Sina kozmolojisi, Kamil-insan düşüncesinin Yunan filozoflarında karşılığı olan logos (yaklaşık olarak) , İhvan-ı Safa risalelerindeki Ruhun Mutlak Varlığa Erişmesi veya bu varlık içinde erimesi inani, büyü ve sihirin sistemleşmiş şekli olan Simya, felsefeden tasavvufa geçen unsurlar arasında yer alır.
Bunlardan ayrı olarak, tasavvufun eksenini oluşturan bilgi nazariyesi (epistomoloji) büyük oranda felsefi etkilerle oluşmuştur. İbn Arabî gibi bazıları, bilginin kaynağı olarak akla da büyük fonksiyon yüklemelerine karşılık özellikle marifet bilgisi olarak tanımlanan ve duyula ötesi alemle ilişki kurarak, doğrudan bilgi elde etme anlayışı, Yunan filozofu Pitagoras ve Platon`un düşüncelerinden alınan ilhamla oluşturulmuştur.
Pitagoras, Sokrates ve Platon`un'un Yunan mistisizminin bilinen ilk temsilcileri olduğu zaten malumdur.
Platon'un; 'Vücüd alemine çıkan şeylerin, Allah'ın ezeli sıfatlarından ibaret olduğu... Allah'ın vücudundan ayrı bir vücuda sahip olmadıkları...' şeklindeki düşünceleri vahdeti vücudun kökleri hakkında bilgi vermektedir.
B - Hint Mistisizmi
Hint düşüncesinin genel karakteri olan mistik eğilim herkes tarafından bilinir. Hint düşüncesinin tasavvufa etkileri müslümanlarla Hintliler arasındaki ticari ilişkiler, Hint düşüncesinin etkilerinin açıkca görüldüğü Fars mistikleri veya Hint`e gidip oradan bu düşünceyi doğrudan öğrenen sûfiler aracılığıyla gerçekleşir.
Hint düşüncesinin müslüman toplumdaki tasavvufa etkileri arasında ruh göçü analamına gelen Tenâsuh inancı, ve kainatın tanrının tecellisi olduğu inançını, kozmolijik yorumları, bazı hokkabazlık ve sihirleri, sayılarla ilgili inançları, kutsal kalıntılara tapma ve fetiş inancı, tanrıya erişmek ve bir olmak anlamındaki fenâ-bekâ inancını sayabiliriz.
Hinduizm (Brahmanizm)'in kutsal kitabı olan Vedalar'ın tefsiri sayılan Vadenta'nın öğretilerinin temel itibariyle vahdet-i vücut'tan ibaret olduğu da konunun uzmanları tarafından kaydedilmektedir.
Brahmanizm'in bir uzantısı olan Budizm de, inziva, riyazet ve çileyle 'Nirvana'ya ulaşmanın mümkün olabileceğini iddia etmektedir ki; 'nirvana', sofilerin 'fenafillah' olarak adlandırdıkları hayali mertebeyle, tıpatıp örtüşmektedir.
Ayrıca tarikat ayinlerinde büyük rol oynayan tesbih, hırka giyme, zikir ve ayin sırasında sistemli nefes alış veriş usullerinin kaynağı da büyük oranda Hint`tir.
Hint`in etkileri o kadar büyük omuş ve erken başlamıştır ki, ilk sûfilerden İbrahim b.Ethem`in hayatıyla, Buda`nınki aynılaştırılmıştır. Bunun yanısıra Bistamî`nin inancındaki birçok unsur Upanişadlar`la Vedantalar`daki düşüncelerle benzerlik arzeder. Hallac-ı Mansur`daki harfelrin gizemi inancı aynı şekilde Hint etkilenmesi sonucudur.
Zaten o, Hint düşüncesinin tasavvufa geçişinde köprü görevini üstlenmiş durumdadır. Hint`e olan seyhatlarıyla bunu sağlamıştır.
C - Şamanizm
Şamanist inanç ve ayinlerin tasavvufa geçişinde genelde İslâm`a geçen Türk kitlelerinin özellikle de Yesevilik; Bektaşilik, Mevlevilik, Kalenderilik vs. gibi tarikatların büyük payı vardır.
Tarikat sisteminin temelini oluşturan şeyhle ilgili inançlar kadar şeyh-mürid ilişkisinin şekli ve anlamı, tarikat ayinlerinden bazıları şamanizmin tasavvuftaki unsurlarındandır.
Şeyhlerin duyular ötesi alemle ilişki kurabilmeleri, gaybdan haber vermesi(!), insan kılığından çıkıp hayvan kılığına girebildiği inancı, uçabilmesi, suda yürümesi, ateşte yanmaması vs. şeyhle ilgili inançlardan olan şamanist unsurlardır.
Vecd haline geçerek duyular ötesi alemle irtibat kurmak, vecd haline geçmek için müzik aletleri çalmak, sema, raks, vucud hareketleri, müzik (ilahi) gibi şeylerden yararlanmak, muskalarla kötülüklerden korunmak, Kitabî bilgiye sahip olanları aşağılamak, şeyhe kayıtsız şartsız itaatin gerekliliği gibi inanç ve uygulamalar da şamanizmin tasavvuftaki etkileri arasında yer alır.
Bunların yanısıra Acemlerin ve Türklerin İslâm'a girerken eski dinleriyle birlikte taşıdıkları tortuların, sûfi ekolün oluşmasında önemli rol oynadığı biliniyor. Özellikle Bektaşi kültürü, şamanist çizgiler taşımaktadır.
Türklerin yerleşmesinden çok önce, Anadolu medeniyetlerinde Tanrı ve Kainat birliği düşüncesinin yerleşik olduğu ve bu iddiaların Herakletius ve Permenides tarafından ileri sürüldüğü yine araştırmacılar tarafından iddia edilmektedir.
D - Hristiyanlık
Çok erken dönemde müslümanların farklı dinlerden insanlarla karşılaşmaları bir çok etkilenmelere yol açmıştır. Bunlar inançda olduğu kadar yaşantıda da gerçekleşen etkilenmelerdir. Erken dönemde müslümanların karşılaştıkları diğer din mensupları arasında Hristiyanlar çoğunluğu teşkil ederler. Filistin ve Anadolu`ya yerleşmiş Hristiyan mistikler anımsanamayacak kadar çoktu.
Müslümanlarla Hristiyanlar arasındaki coğrafî yakınlaşma zamanla zühd eğilimli müslümanlarla, rahipler arasında inanç ve yaşantı yakınlaşmasına yol açar.
Sûfiler, rahiplerden sûfi adının türetildiği yün elbise ve daha başka unsurları benimseyip almışlardır. Bunların arasında kuşak bağlama, sûkût orucu, dünyadan el etek çekme, hûlûl, mehdi inanç ve uygulamaları yer alır.
Hatta hristiyanların , sûfileri, dolayısıyla tasavvufu etkilemesini göstermesi açısından, ruhbanların barındıkları binaların işlevini üstlenen tekke`nin ilk defa bir hristiyan Emiri tarafından yapılarak sûfilere bağışlandığını tesbit etmekteyiz.
Özellikle Hristiyan Anadolu`nun İslamileşmesi sırasında birçok Hristiyanlık inanç ve uygulamaları, müslüman halka geçtiği kadar, sûfilere de geçmistir.
En ücra ve ulaşılmaz mekanlarda manastırlar, kiliseler inşa ederek, dünyadan el-etek çekerek münzevi ve bekâr hayat yaşayan bir hıristiyan dervişle, sözde müslüman bir derviş'in ne büyük bir benzerlik arzettiğini görüp de şaşmamak mümkün değildir.
E - Fars Kültürü
Zerdüşt dinini birçok özellikleri Islâm`a geçen kitleler aracılığıyla olduğu kadar, bir kısım zerdüşt geçmişe sahip sûfiler aracığıyla da tasavvufa geçmiştir.
Özellikle Zerdüşt dinideki Üstün İnsan, Tanrının sıfatlarını kazanmış insan veya Tanrı`nın kendisine hûlul etmesiyle yücelmiş insan anlayışı sufiler tarafından beğenilip benimsenmiştir. Batınî , İsmâilî gibi fırkalar aracılığıyla bu inançların tasavvufa aktarımı kolayca sağlanmıştır. Tasavvuftaki Kutup, insan-ı Kamil inançlarının kökeni buradadır.
Zaten ismen açıkca belirtilmese bile, Şeyh- mürid ilişkisi ve bunun anlamı, şeyhe itaatın şartları gibi konlarda zerdüşt dininin de, şamanlığın yanısıra etkileri sözkonusudur.
Fars kültürünun tasavvuf üzerindeki etkisi oldukça farklı noktalarda gerçekleşmiştir. Suhreverdî ve İbn Arabî, Zerdüştlüğün tasavvufa etkilerinin aracları durumundadırlar.
Suhreverdî, Zerdüşt inançlarını doğrudan tasavvufa taşırken, İbn Arabî, İsmâililer, Batınîler aracılığıyla aldığı unsurları taavvufa nakleder.
Özellikle Suhreverdî`nin inanç ve düşüncelerinde Zerdüşt unsurlar gayet açıktır. Zerdüşt dininin kurucusu Zerdüşt, onun düşüncesinde, üstün ve örnek bir insandır. Bunun ifadesi olarak onu „hâkim ve kâmil İmam Zerdüşt“ olarak anar. Ayrıca Zerdüşt dininin iyilik ve kötülük tanrıları inancı, Suhreverdî`de Nûr-Zulmet inancı biçiminde açığa çıkar.
Bunlardan ayrı olarak, tarikatlara kabul merasiminin esasları, Karamatîler aracılığıyla Fars kültüründen tasavvufa nakledilmiştir.
F - Diğer Tesirler
Tasavvufun oluşumundaki unsurlar ve etkilerin kaynakları, sadece burada belirtilenlerden ibaret değildir. Burada genel hatlarıyla ve belirli başlıklarla değinilenlerin dışında daha çok farklı kaynaklar da sözkonusudur. Bunlar tasavvufun geliştiği coğrafyaya göre değişiklik gösterir.
Sadece bir örnek plması açısından, Afrika toplumlarının Animizminden geçen fetişleri, Zün Nûn aracılığıyla geçen eski Mısır dininin bazı özelliklerini, yine aynı toplumlardan ve inançlarından geçen sihir, büyü, afsun, harf ve sayıların sihrî anlamları gibi şeyleri ve özellikle Yahudilikten geçen battınî yorumları sayabiliriz.
Eski Mısır'da da, bugünkü tasavvuf ve tarikatlarla tamamen benzerlik gösteren kurumsal ve akidevi bir yapının olduğu dikkat çekmektedir. Hermes Toth'un Mısır mistisizmi'nin banisi olduğu söylenmektedir.
Yine Yahudi topluluklarda, çile, riyazet, aşk gibi tasavvufi motiflerin temelleri görülmektedir.
Sufizmin karşılığı olarak kullanılan mistisizmin, ilk defa Piskopos Denys tarafından kullanıldığı söyleniyor. Denys, 'hakka ancak aşk sayesinde ve aşkla ulaşabileceği... Aşk'ın bilginin yolu olduğu...' şeklindeki sözlerini okurken, tasavvuf ulularının sözlerini dinler gibiyiz. Denys'in, 'mutlak varlığın saklandığı perde, akılla değil, ancak aşk ile kalkabilir.' sözleri de ilgi çekicidir.
Tasavvufun oluşum ve gelişiminde Kur`an ve Sünnet`in etkisinin olmadığını söylemek doğru değildir. Kuşkusuz, isminin başına İslâm takısını almış olan bir tasavvufta İslâmî unsurlar da olacaktır. Tasavvufun, kendisini müslüman toplumda meşrulaştırmak için ileri sürdüğü delilleri önceki bölümde incelediğimiz için bu konuya burada tekrar değinilmemiştir.